Sürekli aynı şeyi farklı biçimlerde yazıyor muyum diye endişeleniyorum. Kendimin biricik okuyucusu olarak canımı sıkıyor bu durum. Daha güçlü anlatmanın yollarını arıyorumdur belki' diyerek avunuyorum. Bir yandan da geçmiyor bu hisler. Elimdeki malzeme bu. Hıdır enişte de hala ölmedi.
Salep içiyorum şuan.
İlk kez Ankara'da içmiştim. 18 yaşındaydım. O ısrar etti. Ne olduğunu bile bilmiyordum. Bazı şeyleri çok geç öğrendim. Soğuktu, ağarmıştı sokaklar. Konuşulanlardan ziyade bakışlarımı hatırlıyorum. Parmaklarım, kar ve elektrikli ısıtıcı. Sürekli saate bakıp duruyordum. Zaman daha ağır işlesin diye. Üç dört saat kalmıştı trene yetişmeme.
(Neden kol saati hediye ettiğini şimdi kavrıyorum. Fırçanın dokunduğu yere bakmaktan resmi göremedim. Ya da bir erkeğe saatten başka hediye yoktur. )
Peçeteyi bıyığımdaki saleple ıslattım. O da sahte tanışma hikayemizin üzerinden geçiyordu.
Gırç, gırç, gırç. İki bin kırk yedi. Annesiyle tanıştım. " Bir salebe onbeş verilir mi kızım? Ben yapardım size." Perdeler, kanepe ve balkon. Türk kahvesinin yanında çıkarılan çocukluk fotoğrafları. Saate bakmayı unuttum. On buçuk. Kalkayım ben. Kapı eşiğinde boynuma atkı dolandı. Duruyor hala, evde. Teşekkür edip AŞTİ'ye doğru yola çıktım. Tren kaçalı neredeyse 5 yıl olmuş. Gırç, gırç, gırç.
17 Ocak 2020 - 17 Kasım 2024
Comments